Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüzyılında dış borçlar sürekli arttı ve sonunda ödenemez hale geldi. Bu yazıda, imparatorluğun dış borç batağına nasıl saplanıp kaldığı ve iflasa sürüklendiği anlatılacak.
Dış borç ilk kez ne zaman düşünüldü?
Osmanlı'nın mali durumu 17. yüzyılın sonlarından itibaren kötüleşmişse de halktan olağanüstü vergiler yoluyla toplanan paralar sayesinde, bir süre daha vaziyet idare edilmiştir. Ancak 18. yüzyılın son çeyreğinde, arka arkaya gelen büyük yenilgiler ve ödenen harp tazminatları nedeniyle ekonomik durum iyice kötüleşmişti.1787 yılında Rusya ile savaşa girildiğinde, sefer masrafları için gerekli para hazinede yoktu. Savaşın sonraki yıllarında nakit para ihtiyacı iyice arttı. Yabancı bir devletten borç almanın Osmanlı İmparatorluğu’nun mali durumunun dışarıya teşhir edilmesi olacağı ve düşmanlarının cesaretini artırmaya yarayacağı düşünüldüğü için, başlangıçta bu yolun üzerinde fazla durulmadı ise de, ülke içinden gerekli para temin edilemeyince borç alınacak yabancı bir devlet aranmaya başlandı.İlk olarak Hollanda (Felemenk) ile temasa geçildi. Fakat iki ülkenin uzaklığı, para birimleri arasındaki fark ve borca karşılık verilecek tarım ürünlerinin ayanların elinde olması nedeniyle problemler yaşanacağı görülünce vazgeçildi.Daha sonra İspanya elçisine müracaat edildiyse de elçi, ülkesinin bu savaşta tarafsız olduğunu söyleyerek hükümetinin bu işe sıcak bakmayacağını bildirdi.Son bir ümitle Fas Sultanı'na başvuruldu ama oradan da olumlu bir yanıt alınamadı. Bunun üzerine devletin ve halkın elindeki altın ve gümüş eşyalar toplanarak, darphanede para bastırılmak suretiyle savaş ihtiyaçlarının bir kısmı karşılanabildi.
İlk borç girişiminden vazgeçilmesi
19.Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomisi iyice kötüleşti. Ekonomik durumu düzeltmek için bir çıkış arandığı sırada İngiliz elçisi Canning, Abdülmecid'e sunduğu reform planında, dışarıdan borçlanmayı hararetle tavsiye etmişti.Avrupa'da o sıralarda sermaye fazlası vardı ve bunun kullanılacağı yerler aranıyordu. Sermaye çevreleri yayımladıkları çeşitli broşürlerle, bir taraftan Osmanlı İmparatorluğu'nun reform hareketlerini överek Avrupa kamuoyunun güvenini artırmaya, diğer taraftan ise Osmanlı maliyesinin düzeltilmesi için borç alınması gerektiği konusunda İmparatorluk yetkililerini iknaya çalıyorlardı.1850 yılında Osmanlı maliyesi aylıkları ödeyemeyecek duruma gelince, Sadrazam Reşid Paşa ve diğer devlet ileri gelenleri dışarıdan borç almak için harekete geçtiler.Bu duruma karşı çıkan padişahın eniştesi Fethi Paşa ise Abdülmecid'i borç almaktan vazgeçirdi. Ancak borç antlaşması imzalandığı için, Osmanlı İmparatorluğu, mukavelenin feshi yolunda, 2 milyon 200 bin Fransız Frangı tazminat ödedi.
İlk dış borç ne zaman ve nasıl alındı?
Osmanlı İmparatorluğu Rusya ile Kırım Savaşı’na girdiğinde, bu harbin getirdiği parasal yükü karşılamak için, 1854 yılında savaş sürerken, tarihinde ilk defa dışarıdan borç para almak zorunda kaldı.Londra ve Paris'teki Palmer ve Goldschmid isimli iki banka grubundan 3 milyon sterlin borç alındı. Bu paranın 700 bin sterlinine bankacılık masrafları ve borcun ilk taksiti olarak el konuldu. Kalan miktarın tamamına yakınıysa Kırım Savaşı için harcandı.İlk borcu alan Abdülmecid bu konuda şunları söylemiştir: "Borç almamak için çok çalıştım. Lakin durum bizi borç almaya mecbur etti. Bunun ödenmesi, gelirlerin artmasıyla olur. Bu da ülkenin imarıyla olur."
Düyun-ı Umumiye'ye kadar ne kadar borç alındı?
Alınan ilk borç savaş için harcandığından, bir müddet sonra hem borcu ödemek hem de diğer ihtiyaçlar için yeniden borç alınmak zorunda kalındı.1855 yılında alınan miktar ise 5 milyon sterlindir. Bu borç oldukça olumlu şartlar altında alınmıştır. Muhtemelen İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğumu borçlanmaya alıştırmaya çalışıyorlardı. Alınan bu borçları bir müddet sonra İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı maliyesini denetleme istekleri izledi. Osmanlılar denetlemeye uyar gibi görünseler de bu iki devletin memurlarının işlerini engellemek için ellerinden geleni yaptılar.Takip eden yıllarda, borçlanma artarak devam etti. Artık dışarıdan borç almak, Osmanlı devlet adamlarına hem kolay bir yol olarak görünüyor hem de bir alışkanlık haline gelmiş bulunuyordu.1858'de alınan borcun ardından 1860'ta yeniden borç alma ihtiyacı doğdu. Ancak daha önce kolaylıkla borç veren Avrupalılar bu kez birçok şart ileri sürdüler.İstenilenler şunlardı: Yabancılar devlet emlakını satın alma veya kiralama hakkına sahip olacaklar, devlet emlakı rehin gösterilmek suretiyle tahvil çıkarılacak, vakıf sistemi kaldırılacak, Osmanlı maliyesi uluslararası bir komisyonun denetimine girecek, devletin sahip olduğu orman, maden ve araziler özelleştirilerek bir komisyon tarafından işletilecek.Avrupalılar, baştan beri hedefledikleri Osmanlı İmparatorluğu'nun denetlenmesi çalışmasının zamanının geldiğine kanaat getirerek harekete geçmişlerdi. Ancak bu şartları inceleyen Osmanlı devlet adamları, bu isteklerin kabulünün yabancı devletlerin vesayeti altına girmek olacağını düşünerek reddettiler.Borç para ihtiyacı ise Mires adlı bir Fransız bankerden daha fazla faiz ve emisyonla alındı. Abdülaziz zamanında da borçlanma artarak devam etti. Adülmecid döneminde 16,5 Milyon Osmanlı Lirası borç alınmışken, Abdülaziz zamanında bu miktar 97 milyon 708 Osmanlı Lirası oldu.Alınan borçların yarısı emisyon kaybına uğradığından, devletin eline yukarıda belirtilen miktarların sadece yarısı ulaştı. Faiz ödemeleri ve diğer masraflar çıktıktan sonra devlet kasasına ulaşan miktar, borç alınan paranın yüzde otuz üçü idi.Ayrıca alınan borçlar verimli olarak kullanılmadı; önemli bir bölümü savaş masraflarına, bir bölümü de saray vs. yapımına harcandı. Bu yüzden vadesi gelen borçları ödemek için yeni kaynaklar meydana getirilemediğinden tekrar tekrar borç alındı ve borçlar artarak birikti.
Borçlar ödenemeyince ne oldu?
İmparatorluk borç yükünü taşıyamadı ve sonunda ilk borç alışından 21 yıl sonra 1875'de, resmi bir bildiri yayımlayarak 5 yıl süreyle borç taksitlerinin sadece yarısını ödeyebileceğini ilan etti.Bu ilan aynı zamanda devletin iflasını da bildiriyordu. Osmanlı hükümetinin bu kararı Avrupa'da şiddetli protestolara neden oldu. Ancak yarım ödemeler de yapılamadı. Hükümet, 1876'nın Nisan ayında, bütün borçların ödenmesini durdurdu.Bu yıllarda çıkan Osmanlı-Rus Savaşı’nda Avrupa kamuoyu, borçlarını ödememesi nedeniyle Osmanlı'ya tavır almış ve Rusya karşısında onu yalnız bırakmıştı. Bu savaş bitene kadar, borç sorunu bir müddet askıya alındı. Savaşın ardından toplanan Berlin Kongresinden, 'Osmanlı maliyesinin kontrolü için uluslararası bir kurul oluşturulması' yönünde bir 'tavsiye kararı' çıktı.İflasın ilan edildiği 1875 yılında Osmanlı hükümetinin iki üyesi, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa ve Divan-ı Ah-kâm-ı Adliye Nazırı Midhat Paşa, kendi aldıkları karar gereği, piyasadaki devlet tahvillerinin değerinin düşeceğini bildikleri için, bu karar açıklanmadan kendi ellerindeki tahvilleri satarak haksız kazanç sağlamışlardır.
Düyun-ı Umumiye İdaresi'nin kuruluşu
Osmanlı-Rus savaşı, zaten iyi durumda olmayan Maliye idaresini iyiden iyiye kötüleştirir. Yeni tahta çıkan II. Abdülhamid saray ve devlet giderlerini kısmışsa da devlet gelirlerinin yaklaşık yüzde 80'i dış borçlara gittiği için tür önlemler yeterli değildi. Osmanlı Bankası ve İstanbul'daki diğer bankerlere olan borcunu ödemek üzere, Osmanlı hükümeti 1879'da onlarla bir antlaşma yaparak borcunu 10 yılda ödemeyi taahhüt etti. Teminat olarak da tütün, tuz, pul, balık, bazı yerlerin ipek vergisiyle alkolden sağlanan gelirleri gösterdi. Oluşturulacak bir komisyon, bu altı gelirin yönetimini üstlenecekti. Bu idareye Rüsum-ı Sitte (Altı resim / vergi) denilmiştir. Bu idare kurulunca dış alacaklılar Galata bankerlerine imtiyazlı davranıldığını ileri sürerek protestolarda bulundukları gibi, İngiltere ve Fransa da elçileri vasıtasıyla resmî protestolarını dile getirdiler. Dış borçların durumu artık siyasi bir vaziyet kazanmıştı. Osmanlı hükümeti yabancı devletlere, borçlar konsolide edilmediği takdirde hiç kimsenin eline bir şey geçmeyeceğini, elinde tahvil bulunan binlerce Avrupalının her şeylerini kaybedeceğini bildirdi. Bu açıklama üzerine ilgili devletler, 'Osmanlı gelirleri yalnızca kendi temsilcileri tarafından denetlendiği takdirde' konsolidasyonu kabul edeceklerini bildirdiler. Görüşmeler sonucunda 1881 yılında Düyun-ı Umumiye (genel borçlar) isimli bir komisyon oluşturuldu. Komisyon İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğundan birer üye ile Galata bankerlerinin bir temsilcisinden oluşuyordu. Bu komisyon Osmanlı maliyesinden ayrı olarak dış borçların ve Rusya'ya olan savaş tazminatının ödenmesi işini üstleniyordu. Bu komisyonun kurulması hicri takvim ile Muharrem ayına geldiği için, bu olay Muharrem Kararnamesi olarak da bilinir.
Düyun-ı Umumiye'nin çalışması
Düyun-ı Umumiye tuz, pul, balıkçılık, ipek, tütün ve alkolden alınan vergilerle damga resmi ve bazı bölgelerden alınan vergiler (Bulgaristan vergisi, Kıbrıs'ın gelir fazlası. Doğu Rumeli vergisi) gibi önemli gelir kaynaklarını doğrudan denetim altında tutuyordu. Ayrıca kuruma, tütün ve tuz alanlarında gerekli değişiklikleri yapma ve 'tekel' tarzında yönetme yetkisi verildi.Bu denetim karşılığında Osmanlı borçlarında yüzde 60'lık bir indirime gidilmişti. Yaklaşık olarak 253 milyon Osmanlı Lirası'na ulaşmış olan borcun 146 milyonu silinmiş ve borç 106 milyon liraya düşürülmüştü. Ayrıca faiz oranları da indirilmişti.Düyun-ı Umumiye idaresi ilk başta Sirkeci'de bir binada çalışmalarına başladı. I897'de Cağaloğlu'nda kendisi için yaptırılan büyük binaya (bugünkü İstanbul Erkek Lisesi) taşındı, İstanbul’da genel müdürlüğe bağlı olarak, imparatorluğun önemli şehir ve bölgelerinde başmüdürlükler açıldı.I.Dünya Savaşı başlarında bu komisyonda 182'si yabancı, tam 5 bin 537 kişi çalışıyordu. Ayrıca ürün toplama zamanlarında pek çok geçici eleman da kullanılıyordu. Avrupa sanayi çevreleri bu idarenin kurulmasından sonra Zonguldak kömür madenleri, Bursa ipek sanayi, alkollü içki üretimi, elektrik, havagazı, su şirketleri gibi alanlarda üretime egemen oldular.
Düyun-ı Umumiye'nin İmparatorluk üzerindeki etkisi
Duyun-ı Umumiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun mali bağımsızlığını ortadan kaldırdığı ve 'devlet içinde devlet' hüviyeti kazandığı için genellikle olumsuz bakılan bir kurumdur.Düyun-ı Umumiye komisyonu tütün öşrünü 1883'te kurulan Reji idaresine devretmişti. Bu şirket zarar etse dahi her yıl 750 bin lirayı Düyun-ı Umumiye'ye ödemekle yükümlüydü.Reji idaresi Osmanlı ülkesinin her tarafına ulaşan teşkilatı ve sayıları bini geçen kolcularıyla, tütünü köylüden ucuza alabilmek için her türlü faaliyeti gösterdi. Tütün ekicileri ürünlerini 3-4 misli fazla fiyat veren yabancı alıcılara vermeyi tercih ediyorlardı. Bu nedenle kolcularla tütün ekicileri arasında çıkan çatışmalarda, 1883-1902 yılları arasında binden fazla insan ölmüştür.Reji idaresi, Lozan Anlaşması’na kadar Osmanlı köylüsünü sömürmeye devam etmiştir. Bazı tarihçiler, Düyun-ı Umumiye'nin kimi yönleriyle Osman devletine fayda sağladığı kanaatindedirler. Bu komisyon sayesinde Osmanlı maliyesine bir çeki düzen verildiği, tarımda bazı gelişmeler yaşandığı öne sürülür. Düyun-ı Umumiye idaresinin, devlet kaynaklarının verimli işletilmesinde ve borçların bir düzen içinde ödenmesinde faydalı olduğu söylenir. Daha önceleri alınan borçlar verimli yatırımlara dönüştürülememişken, bu komisyon döneminde alınan borçlar, alt yapı yatırımlarına harcanmıştır. Düyun-ı Umumiye'nin en önemli faydası ise etkili bir vergi tahsilatını sağlamasıdır.
Düyun-ı Umumiye'den sonra borçlanmaya devam edildi mi?
Muharrem Kararnamesi'nden sonra İmparatorluk 5 yıl dışarıya yeni bir borçlanma yapmadan Osmanlı Bankası'dan aldığı avanslarla idare etmiştir. 1886'ya gelindiğinde bankadan alınan para 4,5 milyon lirayı bulmuştu. Bankaya olan borcun konsolide edilmesi için yeni bir antlaşma yapıldı ve bundan sonra tekrar dışarıdan borç alınmaya başlandı. 1908'e kadar yapılan 17 antlaşma ile 46,5 milyon liralık borç alındı. Bu dönemde düşük tempoda borç alınmış ve bunların maliyeti de önceki döneme göre daha az olmuştur.1908'den sonraki yıllarda, borçlanma temposu hızlanmıştır. I.Dünya Savaşı'na kadar olan dönemde 56 milyon liralık borç alınmıştır. Bu dönemde alınan borçların yüzde 27'si altyapı yatırımlarına, özellikle de demiryolu yapımına harcanmıştır. I.Dünya Savaşı başladığında, Osmanlı'nın ödediği borç miktarı gelirlerinin yüzde 30'una çıkmıştı ve bütçesi yılda 5 milyon lira açık veriyordu.
Osmanlı Borçlarının ödenmesinin sona ermesi
Osmanlı İmparatorluğu'nun dış borçları, bu devletin siyasi ve ekonomik gelişmesine darbe vurduğu gibi, kuruluş yıllarında Türkiye Cumhuriyeti'ni de sıkıntıya sokmuştur.Lozan Antlaşması ile Osmanlı borçlarının bir kısmı Türkiye'ye ve Osmanlı'dan ayrılan diğer devletlere devredildi. Borç paylaşımında çıkan anlaşmazlıklar yüzünden Türkiye ile alacaklılar arasındaki antlaşma ancak 13 Haziran 1928'de imzalanmıştır. Türkiye, Osmanlı'nın 161 milyon liralık borcunun 107 milyonluk kısmını yani yaklaşık yüzde 67'sini ödemeyi üstlenmiştir. Antlaşma gereği borç 99 yılda ödenecekti. Bütün borçların ödenmesi, belirlenen süreden önce, 1954'te bitirildi. Böylece 1854'te başlayan dış borçlanma macerası 100 yıl sonra kapandı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder